Sagopa Kajmer Fan

Forumdan Faydalanmak İçin Lütfen Üye Olunuz . . . !


Aksi Tatirde Konuları GöremeyebiLir, Mesaj Yazamaya BiLirsiniz ..


Lütfen 3 Saniyenizi Ayırıp Üye Olunuz .. !



Join the forum, it's quick and easy

Sagopa Kajmer Fan

Forumdan Faydalanmak İçin Lütfen Üye Olunuz . . . !


Aksi Tatirde Konuları GöremeyebiLir, Mesaj Yazamaya BiLirsiniz ..


Lütfen 3 Saniyenizi Ayırıp Üye Olunuz .. !

Sagopa Kajmer Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler

    xXx-RaP
    xXx-RaP
    Acemi Üye
    Acemi Üye


    Mesaj Sayısı : 179
    Nerden : Söylemem
    Aktiflik :
    Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler Left_bar_bleue500 / 999500 / 999Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler Right_bar_bleue

    Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler Empty Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler

    Mesaj tarafından xXx-RaP Cuma Haz. 12, 2009 12:51 pm

    Evet arkadaşlar KOLERA'nın İnziva albümüdeki Bir Bilsen şarkısı ile ilgili bildiklerimi somutlaştırarak bir araştırma yaptım ve sizinle paylaşmak istiyorum..

    ...

    Bir ganimettir ciğerinden geçen her nefes
    Gitti giden hiç gidenden var mı ses
    Biri yer biri bakardı öyle koptu kıyamet
    Büyüklük göstermekti küçüklüğe alamet


    1. ve 2. mısra..
    Bir süre nefessiz kalsaydınız neler olurdu? Yaklaşık bir dakika sonra bayılır, iki ila üç dakika sonra beyin ölümü gerçekleşir ve artık yaşamıyor olurdunuz. İnsanın tek bir nefes alabilmesi bile, Allah’a şükretmesini gerektiren nimetlerden biridir.
    Vücudumuzdaki her hücrenin nefes yoluyla alınan oksijene ihtiyacı vardır. Oksijen olmadan kalbinizin atışı, kaslarınızın hareketi, hücre bölünmesi ve düşünmek gibi hayati işlemlerin hiçbiri gerçekleşemezdi.
    Minnet Allahü teâlâya ki, O'na tâatte bulunmak, beğendiği işleri yapmak, O'na yakınlaştırır. O'na şükretmekle nîmet artar. Alınan her nefes, hayâtın devâmını sağlar. Verilen nefes, insanı rahatlatır. O halde, her nefeste iki nîmet vardır. Her nîmete bir şükür lâzımdır
    Bazen insanlar birbirlerine hakaret olsun diye, “Havasın sen!” derler. Güya karşısındaki kişiyi küçük düşürmek için, ‘hiçbir mânâ ifade etmediğini’ demeye getirirler. Ama o an bilselerdi ki hava onlar için her şeydir, belki o zaman yaptıkları hakaretten utanırlardı. Hava gibi çok kıymetli bir nimeti böylesine küçük görmezlerdi. Evet, insan ruhu her an “Hu’ya” muhtaç olduğu gibi, insan cismi de her an havaya muhtaçtır. İnsan zaten nefes alıp verirken hep ‘Hu’ diye nefes alıp verir. Şayet insan fıtrî olarak yaptığı bu zikri, fikrî olarak da yaparsa büyük bir sevap kazanmış olur. Belki de hava gibi küllî bir nimete küllî ve daimî bir şükür yapmış olur

    Seyyid Burhaneddin hazretleri buyurdu ki:
    "İnsanlar uykudadır. Öldükleri zaman uyanırlar. Fakat fırsat elden gider. Artık kaçırılan fırsatlara pişmanlığın faydası yoktur. Çünkü dün geçti, bir daha geri gelmez. Ahirette kurtuluşa erenler, haramlardan ve dünya sevgisinden yüz çevirip, halis bir niyet ile Allahü tealaya dönenlerdir. Allahü tealaya götüren yol yalnız bunlara açıktır.
    Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifte; "Dünya sevgisi her kötülüğün başıdır" buyurdu. İki sevgi kalbde bir araya gelmez. Bu kısa hayata aldanmaktan sakının."


    3. Mısra
    Zekât mülkiyette kuvvet dengesidir. Ne tamamen sâhibinin mülkiyetini giderir, ne de tamamen onun elinde bırakıp fakirlerin de onu edinmelerine mâni olur. Mülkiyeti belli ölçüler içinde fakir ile zengin arasında bölüştürür.

    Zekât bir nevi sosyal güvenlik ve içtimaî sigortadır. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek; fakir, miskin, borçlu, yolda kalmış yolcu gibi zayıf insanların elinden tutmak zekâtın hedefleri arasındadır. Ferdin şahsiyetini takviye eden, iktisaden güçlendiren, maddî ve mânevî imkânlarını geliştiren herşey cem'iyeti de kuvvetlendirir

    Zekât, toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurumları, farklılaşmaları ortadan kaldırır. Sınıflar arası mesafeyi yaklaştırır ve orta sınıfın teşekkülünü sağlar. Toplumda orta halli vatandaşların artması, piyasada rahatlık meydana getirir. Mal sadece bir sınıfın inhisarında kalmaktan kurtularak fakirlerin de satın alma güçleri artar. Sırf zenginler değil, geniş bir halk kitlesi de cem'iyet içinde sıkılmadan zarurî ihtiyaçlarını te'min ederek yaşayabilme imkânına kavuşur. Malın sadece zenginler elinde dolaşan bir servet olması, âyet-i kerîmeyle yasaklanmıştır (el-Haşr, 7). Bu da zekât yoluyla te'min edilir.

    Haşr Suresi 7.
    Allah'ın o kent halkından, Resulüne verdiği ganimetler, Allah'a, Resul'e, ona akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara, yolcuya aittir. Ta ki içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın. Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir

    Zekât sosyal dengeyi sağlar. Cenâb-ı Hak kulları yaratılış bakımından olduğu gibi yaşayış ve maişet bakımından da farklı seviyede yaratmıştır. Kimi zengin, kimi fakir, kimi orta halli...
    Âyet-i kerîmede: "Allah rızkı vermekte bâzınızı bâzınıza üstün kıldı" (en-Nahl, 71) buyurulmaktadır.
    Bütün insanların aynı seviyede gelir sâhibi olmaları imkânsızdır. Çünkü toplumda mes'uliyet ve enerji sarfı bakımından birbirinden çok farklı görevler vardır. Bu görevlerin ihmalinden doğacak zararlar, cem'iyeti felce uğratır. Bütün görevlerin ücreti aynı olsa, kimse ağır ve mes'uliyetli işe tâlib olmaz, hep hafifini tercih eder. Böylece ağır ve mes'uliyetli işler ihmale uğrayarak hayat nizamı bozulur. Demek ki gelir ve geçim bakımından insanların farklı olması büyük bir zarurettir. Ne var ki, bu farklılığın büyük bir uçurum meydana getirmemesi için, arada bir irtibat ve köprü lâzımdır. İşte o köprü de zekâttır.

    Zekât toplumun ferdlerini birbirine kenetler. Zekât sosyal bir yardımlaşma olmak hasebiyle ferdleri birbirine kenetler. Zenginde fakire karşı sevgi, şefkat, merhamet duyguları gelişir. Fakirde ise zengine karşı itâat, hürmet, işinde titizlik hisleri inkişaf eder. Kıskançlık, düşmanlık, hased duyguları törpülenir, hattâ tamamen yok olur. Ne zengin fakire zulmeder ve onu minnet altında bırakır; ne de fakirde zengine karşı zillet ve esâret, kin ve adâvet duyguları teşekkül eder.
    Hadîs-i şerîfte: "Kalbler, insanı iyilik yapanı sevmeye, kötülük yapanı da sevmemeye zorlar" buyurulmuştur.
    Zekât cem'iyete kinlenip hınçlanıp toplum düşmanları ile toplum huzurunu bozucularla işbirliği yapılmasını önler. Eğer zenginler fakirlerin ihtiyaçlarını gidermezlerse, şiddetli ihtiyaç ve geçim sıkıntısı, onları müslümanlığa düşman kimselerin cebhesine katılmaya veya hırsızlık, yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri yapmaya sevkeder

    Bediüzzamanın Risale-i Nur eserlerin bir bölüm..
    Evet, zekatın vücubu ile ribanın hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır.
    Evet, eğer tarihi bir nazarla sahife-i aleme bakacak olursan ve o sayfayı lekelendiren beşerin mesavisine, hatalarına dikkat edersen, heyet-i içtimaiyede görünen ihtilaller, fesatlar ve bütün ahlak-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.

    Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!"
    İkincisi: "Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim."

    Alem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekattır.
    Nev-i beşeri umumi felaketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevk edip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.
    Arkadaş! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lazımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden zekat ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekat ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilal sadaları, haset bağırtıları, kin ve nefret vaveylaları yükselir. Kezalik, yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef, tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebep iken, tekebbür ve gurura bais oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mucip iken, esaret ve sefaleti intaç ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahit istersen alem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahitler mevcuttur.
    Hülasa: Tabakalar arasında musalahanın temini ve münasebetin tesisi, ancak ve ancak erkan-ı İslamiyeden olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur


    4. Mısra..

    ALÂMET : Belirti, işaret

    Yani Kolera Alçakgönüllü olmak erdemli olmaktır gibi söylüyor

    Sözlükte tevazu kelimesine; alçakgönüllülük, gösterişsizlik, mahviyet hâli, anlamları yüklenmiştir.
    Konu ile ilgili bir kısım âyetler şöyledir:

    Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da şöyle buyurur:
    “Ey iman edenler! Sizden birisi dininden dönecek olursa, Allah öyle bir kavim getirir ki, onlar Allah’ı, Allah da onları sever. Onlar mü’minlere karşı mütevazi, kâfirlere karşı şiddetlidirler”

    Yukarıdaki âyette mü’minlerin bir vasfının tevazu olduğu ifade edilmektedir.
    Başka bir âyette şöyle buyrulur:
    “(Ey habibim!) Mü’minlerden sana tabî olanlara kanadını yay (Onlara şefkat ve tevazu ile davran)

    Yukarıdaki âyetlerde Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamberin (asm) şahsında Müslümanların birbirlerine karşı mütevazi ve şefkatli davranmalarını emretmektedir.
    Konu ile ilgili bazı hadisler

    Müslüman mütevazi olmaya memurdur
    Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurur:
    “Allah, birbirinize karşı tevazu ile davranmanızı bana vahiy ile emretti. Öyle ki, hiç kimse kimseye karşı övünmeyecek ve hiç kimse kimseye zulmetmeyecek”

    Tevazu kişiyi yüceltir
    Hz. Talha’dan (ra) rivayetle Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu:
    “İktisat edeni Allah zengin eder, israf edeni Allah fakir kılar, tevazu göstereni Allah yüceltir, zulmedeni Allah paralar''




    görünüyor ruhunun çirkin köşeleri
    öyle güzelsin ki hala elmasın çamurlu hali
    parlamadığını fark ettin oldu akıl baliğ
    böyle dosta malüm olur alemin tüm halleri


    Genel..

    Hz. Peygamberin (asm.),
    “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”

    Her insan yaratılış itibariyle lekesiz, tertemiz, iman ve İslâm'a en müsait bir hüviyettedir.
    Fıtrat, yani yaratılıştaki mahiyeti itibariyle her insan lekesiz, tertemiz ve iman ve İslâm'a en müsait bir hüviyettedir; lekesiz, bembeyaz, üzerine her şey yazılabilecek bir kağıt veya üzerine hiç ses kaydedilmemiş bir bant, şekil verilmeye müsait bir macun, kalıplara dökülmeyi bekleyen maden cevheri veya eğilmeye müsait bir fidan gibi...

    5-15 yaş grubu çocuklara ne anlatırsanız, onlar hemen onu hafızalarına kaydedip, kalp dünyalarına iman ve İslâm adına yerleştirirler.
    Sözgelimi, “Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız olmaz; öyleyse, şu koca kâinat da sahipsiz olmaz; onun sahibi Allah'tır. (cc.)” dediğinizde, karşınızdaki alıcı o kadar lekesiz ve bu tür mesajların öylesine frekansındadır ki, hiç parazitsiz söylediklerinizi kaydediverir.

    Temiz ve selim fıtrat, küfür ve günahlarla kirletilip, köreltilebilir.
    İnsan, küfür ve inkarla, kâinat çapındaki delillere gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış, vicdanını söndürmüş ve fıtratını köreltmiş; kendini bütün ışık kaynaklarından mahrum bırakıp, karanlıklar içine gömmüş ve haddizatında baştan temiz olan fıtratının üzerine Allah'ın (cc.) sevmediği kara lekeler sürmüş olur. Buna karşılık, insan iman ve amelle, aslında temiz olan fıtratını muhafaza eder ve saffetini korur. O halde; İman asli, küfür ise arızi bir husustur. Yaratılışta temiz olan fıtrat, sonradan kirletilir. Fıtratın ilk baştaki hali korunmaz, imdadına koşulmaz ve bu yolda gerekli tedbirler alınmazsa, insanın ya Hıristiyan, ya Yahudi, ya da Mecusi olması veya aklınıza gelebilecek küfür cereyanlarından birisine yem olup gitmesi mümkün ve muhtemeldir.

    Temiz fıtrat kirletilip bozulunca, insan ikinci bir fıtrat kazanmış demektir. Yumurtadan çıkan yavru kuş, uçamasa da yine “kuştur”. O, yaratılıştan uçmaya elverişlidir. Palazlanma döneminde koşup sıçradığını, düşe kalka uçmaya çalıştığını görür, “Bu kuş, uçacak.” deriz. Ancak harici bir sebep devreye girer de, kuşun uçma kabiliyetini götürürse, o zaman ne kadar kuş da olsa, uçamaz. İşte küfür de böyledir; uçmaya müsait bir kuşun kanatlarını kırma, güdük bırakma ve kümeslerde bu kabiliyetlerini öldürme, önceki ilk fıtratı köreltip, ikinci bir fıtrat ile uçamayacak hale getirmedir. İradenin sui-istimaline ve dış sebeplere binaen fıtratı köreltilen bir insan, ikinci bir fıtrat kazanmış, temiz ve selim yaratılışını kirletmiş olur. Nasıl kuşun ilk haline bakıp da, kuştur bu, uçar diyorsak, aynı şekilde yeni doğan bir çocuğa da “Müslüman bu” veya “Müslüman olur bu” deriz. Ne var ki, zamanla o yavrunun üzerinde ters yönden sam yelleri eser ve o da iradesini sui-istimalle bunların üzerine tuz biber ekerse, işte o zaman kolu kanadı kırılır ve fıtrat çekirdeği küfür toprağının karanlıklarında gömülü ve örtülü kalıp, çimlenip filiz çıkarmak ve neticede her mevsim meyve veren bir ağaç olmak için gerekli ısı, ışık ve yağmuru alamaz duruma düşer. O artık karanlıklar içinde, kara bir yeni fıtrat kazanmıştır
    Evet, her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar; fakat, anne-baba, arkadaş, muhit, toplum ve okul gibi dış tesirlerle, bunları lehinde veya aleyhinde değerlendirecek olan irade, fıtrata müspet veya menfi yönde müdahalede bulunur




    Yalnız kalınabilen bir yer var mı bildiğin
    Saklanacak yer yok derdi Mahmut Hüdayim


    Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler Hudayi_hz_27

    Osmanlı devri İstanbul velîlerinin büyüklerindendir. Asıl adı Mahmûd'dur. "Hüdâyî" ismi ve "Azîz" sıfatı kendisine sonradan verilmiştir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri'nin neslinden olup, "seyyid"dir

    http://www.msxlabs.org/forum/bilim-tr/146941-aziz-mahmud-hudayi-aziz-mahmud-hudayi-kimdir-aziz-mahmud-hudayi-hakkinda.html
    Aziz Mahmut Hüdayi Hakkında Çok daha fazla bilgi için yukarıdaki linke tıklayabilirsiniz..
    xXx-RaP
    xXx-RaP
    Acemi Üye
    Acemi Üye


    Mesaj Sayısı : 179
    Nerden : Söylemem
    Aktiflik :
    Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler Left_bar_bleue500 / 999500 / 999Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler Right_bar_bleue

    Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler Empty Geri: Kolera-Bir Bilsen şarkısından önemli bilgiler

    Mesaj tarafından xXx-RaP Cuma Haz. 12, 2009 12:51 pm

    Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri, üstadı Üftade Hazretleri’nin hizmetinde talebe iken, arkadaşları arasında, üstadının yanında ayrı bir yeri vardı. Üftade Hazretleri, en çok onunla ilgilenir, birçok iltifatlar eder ve onun yetişmesine ayrı bir ihtimam gösterirdi. Üstadın kendisi ile fazla meşgul olmasını diğer talebeler çekemezler ve onu çok kıskanırlardı.

    “Onun bizden ne farkı var?”

    -Biz de talebeyiz o da talebe! Onun bizden ne farkı var? diye hayıflanıyorlardı.
    Talebelerin bu halini sezen Üftade Hazretleri, onları imtihan etmek istedi. Hepsini huzuruna çağırarak ellerine birer bıçak ve birer de tavuk verip:

    -Bunu gidip kimsenin görmediği bir yerde kesip geleceksiniz. Tek şartım, keserken hiç kimsenin sizi görmemesi ve yalnız olmanızdır. Kim daha çabuk gelirse, benim en çok takdirimi o talebem kazanmış olur, buyurdular.
    Bıçakla tavuğu alan talebeler süratle yayıldılar ve kendilerine göre gizli birer yer bularak, tavukları kesip getirdiler. Fakat, o hakkında dedikodu yaptıkları
    “Onun bizden ne farkı var” dedikleri talebe, hayli zaman olmasına rağmen ortalıkta görünmüyordu. Erken gelenler kendi aralarında konuşuyorlardı:
    -Hocanın huzuruna çıkmaya yüzü yok ki, kesip gelsin! Kimbilir şimdi nerelerde dolaşıyor, şeklinde laflar ediyorlardı. O talebe, hayli bir zaman sonra elinde canlı tavuk olduğu halde kesmeden çıkıp geldi. Tavuğu kesip gelenler ona gülmeye başladılar:

    ‘Sen nerede kaldın evladım?’
    -Bir tavuğu kesmeyi becerememiş, diyorlardı. Üftade Hazretleri sordu:
    -Herkes kesip geldiği halde, sen nerede kaldın evladım? Hep seni bekliyoruz, bu zamana kadar nerelerdesin?...
    O zaman daha talebelik yıllarını yaşamakta olan ve daha sonra da büyük bir mürşid olacak olan Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri şöyle cevap verdi:

    Ona gıpta ediyorlardı...
    -Hocam, sizi beklettiğim için ayrıca özür diliyorum. Lakin ben nereye gittiysem, beni kimsenin göremeyeceği bir yer bulamadım. En kapalı bir yer dahi bulsam, iyi biliyorum ki, Allah Celle Celalühu beni mutlaka görüyordu. Ve böylece oradan oraya, oradan oraya koştum. Sizin emrinizi yerine getiremeden geriye geldim, dedi.
    Tabii bu hadiseden sonra hocalarının neden onu çok sevdiğini ve onunla daha fazla ilgilendiğini anladılar. Arkadaşları, bu sefer, onun kemalatına gıpta ettiler


    şekil alır demir döve döve
    insan olgunlaşır dert çeke çeke


    Hayat musibetlerle, sıkıntılarla, hastalıklarla pekişiyor, güçleniyor; insanın dayanma gücü artıyor, olgunlaşıyor.
    Dertler ve sıkıntılar insanı hayata bağlıyor, pes ettirmiyor, teslim olmuyor insan, direnci ve azmi artıyor, neredeyse güç üzerine güç kazanıyor.
    Hiç dert görmemiş, hasta olmamış bir insanla, çekmediği sıkıntı kalmamış bir insanın hayatı kavrayışı aynı mıdır?
    Birisi için felaket olan bir olay, diğeri için sıradanlaşıyor. Birisi şok ve panik yaşarken, ötekisi soğukkanlılıkla karşılıyor başına gelenleri...
    Dertler insanı pişiriyor, olgunlaştırıyor, mücadele gücünü arttırıyor, başarısını kamçılıyor, çok zaman istediği hedefe bile ulaştırıyor.
    Sıradan bir hayat, tekdüze bir ömür, gecesi gündüzü aynı geçen bir gün, sabah kalk, akşam yat felsefesi insanı tembelleştiriyor, hayattan beklentilerini tüketiyor, yaşamanın cezbesini, cazibesini, bütün çekiciliği törpülüyor.

    Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerinde mealen
    "İki günü müsavi (eşit olan) ziyandadır" buyuruyor


    Gaddar adam neden üzülsün ki zulmederken

    Adalet nurdur, zulüm ise zulmet. Âdil isminin tecellisiyle zulümler ortadan kalkar, hikmet ve rahmet nurları her tarafı kaplar.

    Zâlim insanlarda merhametten bir ışık huzmesi bile göremezsiniz.Ruhları karanlıktır; o ruhlarda inayet, ihsan, ikram gibi faziletleri bulamazsınız. İşte, Kahhar isminin tecellisiyle bu zâlim insanlar cezalandırılırlar; adalet nuru böylece parlar ve zulmün zulmeti de yok olur gider. Bediüzzaman Hazretleri, cehennemi anlatırken onun önemli bir vazifesinin de “âlem-i vücut kâinatını âlem-i adem pisliklerinden temizlemek” olduğunu ifade eder. Cehennemi inkâr eden bir kâfir cehennemde yandığında küfürden temizlenir. Artık o, cehenneme yakînen iman etmiştir. Ama bu geç kalmış iman, onu cennete götürmeye yetmeyecektir




    Gayba pek meraklıyız
    Bildiklerimize isteksiz


    Gözlerden gizli olana gayb denir. Kaybolmak ifadesi buradan gelmiştir. Aslı gaip olmaktır. Geçmiş ve gelecek bizim için gaybdır. İmanın altı esası yine birer gaybdır.

    Her taraftan gayblarla çevrili bir âlemdeyiz. Okuma bilmeyen birinin harfleri öğrendikçe yeni bir âleme açılması gibi, hiçbir şey bilmez halde dünyaya gelen bir insan, göz, kulak gibi duygularıyla şu görülen âleme açılır. Duyduklarını, gördüklerini aklıyla, kalbiyle değerlendirir.

    Kâinattaki kanunlar da bir yönüyle gaybtır. Bunlar keşfedildiğinde gayb olmaktan çıkar. Mesela, Edison elektriği buluncaya kadar, böyle bir nimet gayb hazinesinde saklı idi. Aslında tabiatta elektrik vardı. Elektrikli balıklar elektrik üretiyorlardı. Şimşek, elektrikten haber veriyordu, fakat insanlar, böyle bir ilâhi kanunun farkında değillerdi. Birisi vesile oldu, bu kanun gaybîlikten çıkıp, şehadet ufkunda göründü.

    Aslında KOLERA şunuda belirtmiş..
    GAYB’ten bilinmyenden haber almak, bilgi istemek vb. yerine bildiğimiz bu NİMETleri görmek, BİLDİKLERİMİZE bakıp o Rabbi bulmamız gerekir demektedir..



    Şeytan bal sürdü dudağa hoşumuza gitti tadı
    Kandırıldık anladık bal değilde külmüş adı


    Ayrıca Bediüzzaman’ın Sözler eserinin 13. Söz bölümünden bi bölüm..

    Meselâ, burada gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş. Onun yanında bir piyango-fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren-dairesi var. Biz buradaki on kişi, alâküllihâl, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya dâvet edileceğiz, bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli olmasından, her dakika ya "Gel, idâm biletini al, darağacına çık" veyahut "Gel, milyonlar altın kazandıran bir ikramiye bileti sana çıkmış; gel, al" demelerini beklerken, birden kapıya iki adam geldi. Biri yarı çıplak, güzel ve aldatıcı bir kadın, elinde zâhiren gayet tatlı, fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor. Diğer biri de, aldatmaz ve aldanmaz, ciddî bir adam, o kadının arkasından girdi. Dedi ki:
    "Size bir tılsım, bir ders getirdim. Bunu okusanız, o helvayı yemezseniz, o darağacından kurtulursunuz. Bu tılsım ile, o emsâlsiz ikramiye biletinizi alırsınız. İşte bu darağacında, zâten gözünüzle görüyorsunuz ki, bal yiyenler oraya giriyorlar. Ve oraya girinceye kadar, o helvanın zehirinden dehşetli karın sancısı çekiyorlar. Ve o büyük ikramiye biletini alanlar, çendan görünmüyorlar ve zâhiren onlar da o darağacına çıktıkları görünüyor. Fakat onlar, asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için, basamak yaptıklarını milyonlar şâhidler var; haber veriyorlar. İşte pencerelerden bakınız. En büyük memurlar ve bu işle alâkadar büyük zâtlar yüksek sesle ilân ediyorlar ve haber veriyorlar ki, "O darağacına gidenleri, aynelyakîn, gözünüz ile gördüğünüz gibi, bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını, hiç şek ve şüphesiz gündüz gibi katî biliniz" dedi.
    İşte bu temsil gibi, zehirli bir bal hükmünde olan gayr-i meşrû dairedeki gençliğin sefâhetkârâne zevkleri, hazîne-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesîkası olan imânı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümât kapısı olan kabrin musîbetine, aynen zâhiren göründüğü gibi düşer. Ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar fark etmeyerek, her vakit ecel celladı başını kesmek için gelebilir. Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesât-ı gayr-i meşrûayı terk edip, tılsım-ı Kur'ânî olan İmân ve ferâizi elde etmekle ve fevkalâde mukadderât-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazînesi biletini alacağına, yüz yirmi dört bin enbiyâ aleyhimüsselâm ile beraber hadd ü hesâba gelmeyen ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gösteriyorlar.



    bir bilsen kaybettin herşeyi
    bir bilsen çok ağlayacaksın
    hele gülsen zahirden geçip altını görsen
    ah bir görsen sen


    Gayb, genelde iki kısımda mütalaa edilir: Mutlak gayb ve izafi gayb.

    Mutlak gayb, sadece Allah’ın bildiği gaybı ifade eder. Kıyametin ilmi bunlardandır.

    İzafi gayb ise, bazılarınca bilinebilen gaybtır. Mesela, kalbimizdeki manalar karşımızdaki için gayb iken bizim için değildir. Keza, dağın eteklerindeki kimseler için, dağın diğer tarafları gaybtır. Dağın zirvesindeki için ise, dağın her tarafı gözle görülmektedir.

    “De ki; Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilemez” ayeti, mutlak gayb açısından ele alınmaktadır. (Neml, 65) Mesela, kimse gelecekte ne olacağını bilemez.

    “De ki: Ben gaybı bilmem.” ayetinin bildirdiği gibi, Hz.Peygamber de buna dahildir. (En’a.m, 50)

    Ancak, “Gaybı bilen (Allah) razı olduğu elçiden başka kimseye gaybını bildirmez” ayetinin ifadesiyle Cenab-ı Hak dilediğine gaybtan bazı şeyler bildirebilir. (Cinn, 26) Nitekim, Hz. Peygamber (asm), Allah’ın izniyle ilerde olacak nice olayları önceden haber vermiştir.

    Kur’an-ı Kerim muttakilerden, yâni takva sahibi müminlerden bahsederken onların en büyük özelliği olarak gayba imanlarını gösterir. “O muttakiler ki gayba iman ederler.” mealindeki âyet-i kerimeyi tefsir eden âlimlerimiz, gayba imana iki şekilde mânâ verirler.

    Birincisi, “Onlar gayba iman ederler; yâni görmedikleri halde, aklen ve naklen istidlâlde bulunarak, delillere dayanarak iman ederler.”

    Diğeri ise, “Onlar gıyaben dahi iman ederler; yâni münafıklar gibi sadece müminler arasında değil, gıyaben de Allah’a ve Resulüne iman ederler.”

    Kur’an-ı Kerim nice âyetleriyle insana mahsusât denilen hisler dünyasında boğulmamasını, ondan “makulât” yâni, hikmetler âlemine nazar etmesini ders verir. Buna Risale-i Nur’dan, güzel bir misal:
    “Nimet içinde in’a.m görünür; Rahman’ın iltifatı hissedilir. Nimetten in’ama geçsen Mün’im’i bulursun.” (Sözler)

    İşte, o gayba inananlardır ki, nimette boğulmaz, Mün’imi, yâni o nimeti ihsan edeni tanırlar

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 6:40 pm