Evet arkadaşlar KOLERA'nın İnziva albümüdeki Bir Bilsen şarkısı ile ilgili bildiklerimi somutlaştırarak bir araştırma yaptım ve sizinle paylaşmak istiyorum..
...
Bir ganimettir ciğerinden geçen her nefes
Gitti giden hiç gidenden var mı ses
Biri yer biri bakardı öyle koptu kıyamet
Büyüklük göstermekti küçüklüğe alamet
1. ve 2. mısra..
Bir süre nefessiz kalsaydınız neler olurdu? Yaklaşık bir dakika sonra bayılır, iki ila üç dakika sonra beyin ölümü gerçekleşir ve artık yaşamıyor olurdunuz. İnsanın tek bir nefes alabilmesi bile, Allah’a şükretmesini gerektiren nimetlerden biridir.
Vücudumuzdaki her hücrenin nefes yoluyla alınan oksijene ihtiyacı vardır. Oksijen olmadan kalbinizin atışı, kaslarınızın hareketi, hücre bölünmesi ve düşünmek gibi hayati işlemlerin hiçbiri gerçekleşemezdi.
Minnet Allahü teâlâya ki, O'na tâatte bulunmak, beğendiği işleri yapmak, O'na yakınlaştırır. O'na şükretmekle nîmet artar. Alınan her nefes, hayâtın devâmını sağlar. Verilen nefes, insanı rahatlatır. O halde, her nefeste iki nîmet vardır. Her nîmete bir şükür lâzımdır
Bazen insanlar birbirlerine hakaret olsun diye, “Havasın sen!” derler. Güya karşısındaki kişiyi küçük düşürmek için, ‘hiçbir mânâ ifade etmediğini’ demeye getirirler. Ama o an bilselerdi ki hava onlar için her şeydir, belki o zaman yaptıkları hakaretten utanırlardı. Hava gibi çok kıymetli bir nimeti böylesine küçük görmezlerdi. Evet, insan ruhu her an “Hu’ya” muhtaç olduğu gibi, insan cismi de her an havaya muhtaçtır. İnsan zaten nefes alıp verirken hep ‘Hu’ diye nefes alıp verir. Şayet insan fıtrî olarak yaptığı bu zikri, fikrî olarak da yaparsa büyük bir sevap kazanmış olur. Belki de hava gibi küllî bir nimete küllî ve daimî bir şükür yapmış olur
Seyyid Burhaneddin hazretleri buyurdu ki:
"İnsanlar uykudadır. Öldükleri zaman uyanırlar. Fakat fırsat elden gider. Artık kaçırılan fırsatlara pişmanlığın faydası yoktur. Çünkü dün geçti, bir daha geri gelmez. Ahirette kurtuluşa erenler, haramlardan ve dünya sevgisinden yüz çevirip, halis bir niyet ile Allahü tealaya dönenlerdir. Allahü tealaya götüren yol yalnız bunlara açıktır.
Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifte; "Dünya sevgisi her kötülüğün başıdır" buyurdu. İki sevgi kalbde bir araya gelmez. Bu kısa hayata aldanmaktan sakının."
3. Mısra
Zekât mülkiyette kuvvet dengesidir. Ne tamamen sâhibinin mülkiyetini giderir, ne de tamamen onun elinde bırakıp fakirlerin de onu edinmelerine mâni olur. Mülkiyeti belli ölçüler içinde fakir ile zengin arasında bölüştürür.
Zekât bir nevi sosyal güvenlik ve içtimaî sigortadır. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek; fakir, miskin, borçlu, yolda kalmış yolcu gibi zayıf insanların elinden tutmak zekâtın hedefleri arasındadır. Ferdin şahsiyetini takviye eden, iktisaden güçlendiren, maddî ve mânevî imkânlarını geliştiren herşey cem'iyeti de kuvvetlendirir
Zekât, toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurumları, farklılaşmaları ortadan kaldırır. Sınıflar arası mesafeyi yaklaştırır ve orta sınıfın teşekkülünü sağlar. Toplumda orta halli vatandaşların artması, piyasada rahatlık meydana getirir. Mal sadece bir sınıfın inhisarında kalmaktan kurtularak fakirlerin de satın alma güçleri artar. Sırf zenginler değil, geniş bir halk kitlesi de cem'iyet içinde sıkılmadan zarurî ihtiyaçlarını te'min ederek yaşayabilme imkânına kavuşur. Malın sadece zenginler elinde dolaşan bir servet olması, âyet-i kerîmeyle yasaklanmıştır (el-Haşr, 7). Bu da zekât yoluyla te'min edilir.
Haşr Suresi 7.
Allah'ın o kent halkından, Resulüne verdiği ganimetler, Allah'a, Resul'e, ona akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara, yolcuya aittir. Ta ki içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın. Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir
Zekât sosyal dengeyi sağlar. Cenâb-ı Hak kulları yaratılış bakımından olduğu gibi yaşayış ve maişet bakımından da farklı seviyede yaratmıştır. Kimi zengin, kimi fakir, kimi orta halli...
Âyet-i kerîmede: "Allah rızkı vermekte bâzınızı bâzınıza üstün kıldı" (en-Nahl, 71) buyurulmaktadır.
Bütün insanların aynı seviyede gelir sâhibi olmaları imkânsızdır. Çünkü toplumda mes'uliyet ve enerji sarfı bakımından birbirinden çok farklı görevler vardır. Bu görevlerin ihmalinden doğacak zararlar, cem'iyeti felce uğratır. Bütün görevlerin ücreti aynı olsa, kimse ağır ve mes'uliyetli işe tâlib olmaz, hep hafifini tercih eder. Böylece ağır ve mes'uliyetli işler ihmale uğrayarak hayat nizamı bozulur. Demek ki gelir ve geçim bakımından insanların farklı olması büyük bir zarurettir. Ne var ki, bu farklılığın büyük bir uçurum meydana getirmemesi için, arada bir irtibat ve köprü lâzımdır. İşte o köprü de zekâttır.
Zekât toplumun ferdlerini birbirine kenetler. Zekât sosyal bir yardımlaşma olmak hasebiyle ferdleri birbirine kenetler. Zenginde fakire karşı sevgi, şefkat, merhamet duyguları gelişir. Fakirde ise zengine karşı itâat, hürmet, işinde titizlik hisleri inkişaf eder. Kıskançlık, düşmanlık, hased duyguları törpülenir, hattâ tamamen yok olur. Ne zengin fakire zulmeder ve onu minnet altında bırakır; ne de fakirde zengine karşı zillet ve esâret, kin ve adâvet duyguları teşekkül eder.
Hadîs-i şerîfte: "Kalbler, insanı iyilik yapanı sevmeye, kötülük yapanı da sevmemeye zorlar" buyurulmuştur.
Zekât cem'iyete kinlenip hınçlanıp toplum düşmanları ile toplum huzurunu bozucularla işbirliği yapılmasını önler. Eğer zenginler fakirlerin ihtiyaçlarını gidermezlerse, şiddetli ihtiyaç ve geçim sıkıntısı, onları müslümanlığa düşman kimselerin cebhesine katılmaya veya hırsızlık, yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri yapmaya sevkeder
Bediüzzamanın Risale-i Nur eserlerin bir bölüm..
Evet, zekatın vücubu ile ribanın hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır.
Evet, eğer tarihi bir nazarla sahife-i aleme bakacak olursan ve o sayfayı lekelendiren beşerin mesavisine, hatalarına dikkat edersen, heyet-i içtimaiyede görünen ihtilaller, fesatlar ve bütün ahlak-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.
Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!"
İkincisi: "Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim."
Alem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekattır.
Nev-i beşeri umumi felaketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevk edip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.
Arkadaş! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lazımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden zekat ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekat ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilal sadaları, haset bağırtıları, kin ve nefret vaveylaları yükselir. Kezalik, yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef, tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebep iken, tekebbür ve gurura bais oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mucip iken, esaret ve sefaleti intaç ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahit istersen alem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahitler mevcuttur.
Hülasa: Tabakalar arasında musalahanın temini ve münasebetin tesisi, ancak ve ancak erkan-ı İslamiyeden olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur
4. Mısra..
ALÂMET : Belirti, işaret
Yani Kolera Alçakgönüllü olmak erdemli olmaktır gibi söylüyor
Sözlükte tevazu kelimesine; alçakgönüllülük, gösterişsizlik, mahviyet hâli, anlamları yüklenmiştir.
Konu ile ilgili bir kısım âyetler şöyledir:
Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Sizden birisi dininden dönecek olursa, Allah öyle bir kavim getirir ki, onlar Allah’ı, Allah da onları sever. Onlar mü’minlere karşı mütevazi, kâfirlere karşı şiddetlidirler”
Yukarıdaki âyette mü’minlerin bir vasfının tevazu olduğu ifade edilmektedir.
Başka bir âyette şöyle buyrulur:
“(Ey habibim!) Mü’minlerden sana tabî olanlara kanadını yay (Onlara şefkat ve tevazu ile davran)
Yukarıdaki âyetlerde Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamberin (asm) şahsında Müslümanların birbirlerine karşı mütevazi ve şefkatli davranmalarını emretmektedir.
Konu ile ilgili bazı hadisler
Müslüman mütevazi olmaya memurdur
Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurur:
“Allah, birbirinize karşı tevazu ile davranmanızı bana vahiy ile emretti. Öyle ki, hiç kimse kimseye karşı övünmeyecek ve hiç kimse kimseye zulmetmeyecek”
Tevazu kişiyi yüceltir
Hz. Talha’dan (ra) rivayetle Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu:
“İktisat edeni Allah zengin eder, israf edeni Allah fakir kılar, tevazu göstereni Allah yüceltir, zulmedeni Allah paralar''
görünüyor ruhunun çirkin köşeleri
öyle güzelsin ki hala elmasın çamurlu hali
parlamadığını fark ettin oldu akıl baliğ
böyle dosta malüm olur alemin tüm halleri
Genel..
Hz. Peygamberin (asm.),
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”
Her insan yaratılış itibariyle lekesiz, tertemiz, iman ve İslâm'a en müsait bir hüviyettedir.
Fıtrat, yani yaratılıştaki mahiyeti itibariyle her insan lekesiz, tertemiz ve iman ve İslâm'a en müsait bir hüviyettedir; lekesiz, bembeyaz, üzerine her şey yazılabilecek bir kağıt veya üzerine hiç ses kaydedilmemiş bir bant, şekil verilmeye müsait bir macun, kalıplara dökülmeyi bekleyen maden cevheri veya eğilmeye müsait bir fidan gibi...
5-15 yaş grubu çocuklara ne anlatırsanız, onlar hemen onu hafızalarına kaydedip, kalp dünyalarına iman ve İslâm adına yerleştirirler.
Sözgelimi, “Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız olmaz; öyleyse, şu koca kâinat da sahipsiz olmaz; onun sahibi Allah'tır. (cc.)” dediğinizde, karşınızdaki alıcı o kadar lekesiz ve bu tür mesajların öylesine frekansındadır ki, hiç parazitsiz söylediklerinizi kaydediverir.
Temiz ve selim fıtrat, küfür ve günahlarla kirletilip, köreltilebilir.
İnsan, küfür ve inkarla, kâinat çapındaki delillere gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış, vicdanını söndürmüş ve fıtratını köreltmiş; kendini bütün ışık kaynaklarından mahrum bırakıp, karanlıklar içine gömmüş ve haddizatında baştan temiz olan fıtratının üzerine Allah'ın (cc.) sevmediği kara lekeler sürmüş olur. Buna karşılık, insan iman ve amelle, aslında temiz olan fıtratını muhafaza eder ve saffetini korur. O halde; İman asli, küfür ise arızi bir husustur. Yaratılışta temiz olan fıtrat, sonradan kirletilir. Fıtratın ilk baştaki hali korunmaz, imdadına koşulmaz ve bu yolda gerekli tedbirler alınmazsa, insanın ya Hıristiyan, ya Yahudi, ya da Mecusi olması veya aklınıza gelebilecek küfür cereyanlarından birisine yem olup gitmesi mümkün ve muhtemeldir.
Temiz fıtrat kirletilip bozulunca, insan ikinci bir fıtrat kazanmış demektir. Yumurtadan çıkan yavru kuş, uçamasa da yine “kuştur”. O, yaratılıştan uçmaya elverişlidir. Palazlanma döneminde koşup sıçradığını, düşe kalka uçmaya çalıştığını görür, “Bu kuş, uçacak.” deriz. Ancak harici bir sebep devreye girer de, kuşun uçma kabiliyetini götürürse, o zaman ne kadar kuş da olsa, uçamaz. İşte küfür de böyledir; uçmaya müsait bir kuşun kanatlarını kırma, güdük bırakma ve kümeslerde bu kabiliyetlerini öldürme, önceki ilk fıtratı köreltip, ikinci bir fıtrat ile uçamayacak hale getirmedir. İradenin sui-istimaline ve dış sebeplere binaen fıtratı köreltilen bir insan, ikinci bir fıtrat kazanmış, temiz ve selim yaratılışını kirletmiş olur. Nasıl kuşun ilk haline bakıp da, kuştur bu, uçar diyorsak, aynı şekilde yeni doğan bir çocuğa da “Müslüman bu” veya “Müslüman olur bu” deriz. Ne var ki, zamanla o yavrunun üzerinde ters yönden sam yelleri eser ve o da iradesini sui-istimalle bunların üzerine tuz biber ekerse, işte o zaman kolu kanadı kırılır ve fıtrat çekirdeği küfür toprağının karanlıklarında gömülü ve örtülü kalıp, çimlenip filiz çıkarmak ve neticede her mevsim meyve veren bir ağaç olmak için gerekli ısı, ışık ve yağmuru alamaz duruma düşer. O artık karanlıklar içinde, kara bir yeni fıtrat kazanmıştır
Evet, her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar; fakat, anne-baba, arkadaş, muhit, toplum ve okul gibi dış tesirlerle, bunları lehinde veya aleyhinde değerlendirecek olan irade, fıtrata müspet veya menfi yönde müdahalede bulunur
Yalnız kalınabilen bir yer var mı bildiğin
Saklanacak yer yok derdi Mahmut Hüdayim
Osmanlı devri İstanbul velîlerinin büyüklerindendir. Asıl adı Mahmûd'dur. "Hüdâyî" ismi ve "Azîz" sıfatı kendisine sonradan verilmiştir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri'nin neslinden olup, "seyyid"dir
http://www.msxlabs.org/forum/bilim-tr/146941-aziz-mahmud-hudayi-aziz-mahmud-hudayi-kimdir-aziz-mahmud-hudayi-hakkinda.html
Aziz Mahmut Hüdayi Hakkında Çok daha fazla bilgi için yukarıdaki linke tıklayabilirsiniz..
...
Bir ganimettir ciğerinden geçen her nefes
Gitti giden hiç gidenden var mı ses
Biri yer biri bakardı öyle koptu kıyamet
Büyüklük göstermekti küçüklüğe alamet
1. ve 2. mısra..
Bir süre nefessiz kalsaydınız neler olurdu? Yaklaşık bir dakika sonra bayılır, iki ila üç dakika sonra beyin ölümü gerçekleşir ve artık yaşamıyor olurdunuz. İnsanın tek bir nefes alabilmesi bile, Allah’a şükretmesini gerektiren nimetlerden biridir.
Vücudumuzdaki her hücrenin nefes yoluyla alınan oksijene ihtiyacı vardır. Oksijen olmadan kalbinizin atışı, kaslarınızın hareketi, hücre bölünmesi ve düşünmek gibi hayati işlemlerin hiçbiri gerçekleşemezdi.
Minnet Allahü teâlâya ki, O'na tâatte bulunmak, beğendiği işleri yapmak, O'na yakınlaştırır. O'na şükretmekle nîmet artar. Alınan her nefes, hayâtın devâmını sağlar. Verilen nefes, insanı rahatlatır. O halde, her nefeste iki nîmet vardır. Her nîmete bir şükür lâzımdır
Bazen insanlar birbirlerine hakaret olsun diye, “Havasın sen!” derler. Güya karşısındaki kişiyi küçük düşürmek için, ‘hiçbir mânâ ifade etmediğini’ demeye getirirler. Ama o an bilselerdi ki hava onlar için her şeydir, belki o zaman yaptıkları hakaretten utanırlardı. Hava gibi çok kıymetli bir nimeti böylesine küçük görmezlerdi. Evet, insan ruhu her an “Hu’ya” muhtaç olduğu gibi, insan cismi de her an havaya muhtaçtır. İnsan zaten nefes alıp verirken hep ‘Hu’ diye nefes alıp verir. Şayet insan fıtrî olarak yaptığı bu zikri, fikrî olarak da yaparsa büyük bir sevap kazanmış olur. Belki de hava gibi küllî bir nimete küllî ve daimî bir şükür yapmış olur
Seyyid Burhaneddin hazretleri buyurdu ki:
"İnsanlar uykudadır. Öldükleri zaman uyanırlar. Fakat fırsat elden gider. Artık kaçırılan fırsatlara pişmanlığın faydası yoktur. Çünkü dün geçti, bir daha geri gelmez. Ahirette kurtuluşa erenler, haramlardan ve dünya sevgisinden yüz çevirip, halis bir niyet ile Allahü tealaya dönenlerdir. Allahü tealaya götüren yol yalnız bunlara açıktır.
Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifte; "Dünya sevgisi her kötülüğün başıdır" buyurdu. İki sevgi kalbde bir araya gelmez. Bu kısa hayata aldanmaktan sakının."
3. Mısra
Zekât mülkiyette kuvvet dengesidir. Ne tamamen sâhibinin mülkiyetini giderir, ne de tamamen onun elinde bırakıp fakirlerin de onu edinmelerine mâni olur. Mülkiyeti belli ölçüler içinde fakir ile zengin arasında bölüştürür.
Zekât bir nevi sosyal güvenlik ve içtimaî sigortadır. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek; fakir, miskin, borçlu, yolda kalmış yolcu gibi zayıf insanların elinden tutmak zekâtın hedefleri arasındadır. Ferdin şahsiyetini takviye eden, iktisaden güçlendiren, maddî ve mânevî imkânlarını geliştiren herşey cem'iyeti de kuvvetlendirir
Zekât, toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurumları, farklılaşmaları ortadan kaldırır. Sınıflar arası mesafeyi yaklaştırır ve orta sınıfın teşekkülünü sağlar. Toplumda orta halli vatandaşların artması, piyasada rahatlık meydana getirir. Mal sadece bir sınıfın inhisarında kalmaktan kurtularak fakirlerin de satın alma güçleri artar. Sırf zenginler değil, geniş bir halk kitlesi de cem'iyet içinde sıkılmadan zarurî ihtiyaçlarını te'min ederek yaşayabilme imkânına kavuşur. Malın sadece zenginler elinde dolaşan bir servet olması, âyet-i kerîmeyle yasaklanmıştır (el-Haşr, 7). Bu da zekât yoluyla te'min edilir.
Haşr Suresi 7.
Allah'ın o kent halkından, Resulüne verdiği ganimetler, Allah'a, Resul'e, ona akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara, yolcuya aittir. Ta ki içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın. Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir
Zekât sosyal dengeyi sağlar. Cenâb-ı Hak kulları yaratılış bakımından olduğu gibi yaşayış ve maişet bakımından da farklı seviyede yaratmıştır. Kimi zengin, kimi fakir, kimi orta halli...
Âyet-i kerîmede: "Allah rızkı vermekte bâzınızı bâzınıza üstün kıldı" (en-Nahl, 71) buyurulmaktadır.
Bütün insanların aynı seviyede gelir sâhibi olmaları imkânsızdır. Çünkü toplumda mes'uliyet ve enerji sarfı bakımından birbirinden çok farklı görevler vardır. Bu görevlerin ihmalinden doğacak zararlar, cem'iyeti felce uğratır. Bütün görevlerin ücreti aynı olsa, kimse ağır ve mes'uliyetli işe tâlib olmaz, hep hafifini tercih eder. Böylece ağır ve mes'uliyetli işler ihmale uğrayarak hayat nizamı bozulur. Demek ki gelir ve geçim bakımından insanların farklı olması büyük bir zarurettir. Ne var ki, bu farklılığın büyük bir uçurum meydana getirmemesi için, arada bir irtibat ve köprü lâzımdır. İşte o köprü de zekâttır.
Zekât toplumun ferdlerini birbirine kenetler. Zekât sosyal bir yardımlaşma olmak hasebiyle ferdleri birbirine kenetler. Zenginde fakire karşı sevgi, şefkat, merhamet duyguları gelişir. Fakirde ise zengine karşı itâat, hürmet, işinde titizlik hisleri inkişaf eder. Kıskançlık, düşmanlık, hased duyguları törpülenir, hattâ tamamen yok olur. Ne zengin fakire zulmeder ve onu minnet altında bırakır; ne de fakirde zengine karşı zillet ve esâret, kin ve adâvet duyguları teşekkül eder.
Hadîs-i şerîfte: "Kalbler, insanı iyilik yapanı sevmeye, kötülük yapanı da sevmemeye zorlar" buyurulmuştur.
Zekât cem'iyete kinlenip hınçlanıp toplum düşmanları ile toplum huzurunu bozucularla işbirliği yapılmasını önler. Eğer zenginler fakirlerin ihtiyaçlarını gidermezlerse, şiddetli ihtiyaç ve geçim sıkıntısı, onları müslümanlığa düşman kimselerin cebhesine katılmaya veya hırsızlık, yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri yapmaya sevkeder
Bediüzzamanın Risale-i Nur eserlerin bir bölüm..
Evet, zekatın vücubu ile ribanın hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir maslahat, geniş bir rahmet vardır.
Evet, eğer tarihi bir nazarla sahife-i aleme bakacak olursan ve o sayfayı lekelendiren beşerin mesavisine, hatalarına dikkat edersen, heyet-i içtimaiyede görünen ihtilaller, fesatlar ve bütün ahlak-ı rezilenin iki kelimeden doğduğunu görürsün.
Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!"
İkincisi: "Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde rahat edeyim."
Alem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci kelimeyi sildiren ancak zekattır.
Nev-i beşeri umumi felaketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevk edip terakkiyatı, asayişi mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.
Arkadaş! Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lazımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden zekat ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekat ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilal sadaları, haset bağırtıları, kin ve nefret vaveylaları yükselir. Kezalik, yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef, tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebep iken, tekebbür ve gurura bais oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mucip iken, esaret ve sefaleti intaç ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahit istersen alem-i medeniyete bak, istediğin kadar şahitler mevcuttur.
Hülasa: Tabakalar arasında musalahanın temini ve münasebetin tesisi, ancak ve ancak erkan-ı İslamiyeden olan zekat ve zekatın yavruları olan sadaka ve teberruatın heyet-i içtimaiyece yüksek bir düstur ittihaz edilmesiyle olur
4. Mısra..
ALÂMET : Belirti, işaret
Yani Kolera Alçakgönüllü olmak erdemli olmaktır gibi söylüyor
Sözlükte tevazu kelimesine; alçakgönüllülük, gösterişsizlik, mahviyet hâli, anlamları yüklenmiştir.
Konu ile ilgili bir kısım âyetler şöyledir:
Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Sizden birisi dininden dönecek olursa, Allah öyle bir kavim getirir ki, onlar Allah’ı, Allah da onları sever. Onlar mü’minlere karşı mütevazi, kâfirlere karşı şiddetlidirler”
Yukarıdaki âyette mü’minlerin bir vasfının tevazu olduğu ifade edilmektedir.
Başka bir âyette şöyle buyrulur:
“(Ey habibim!) Mü’minlerden sana tabî olanlara kanadını yay (Onlara şefkat ve tevazu ile davran)
Yukarıdaki âyetlerde Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamberin (asm) şahsında Müslümanların birbirlerine karşı mütevazi ve şefkatli davranmalarını emretmektedir.
Konu ile ilgili bazı hadisler
Müslüman mütevazi olmaya memurdur
Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurur:
“Allah, birbirinize karşı tevazu ile davranmanızı bana vahiy ile emretti. Öyle ki, hiç kimse kimseye karşı övünmeyecek ve hiç kimse kimseye zulmetmeyecek”
Tevazu kişiyi yüceltir
Hz. Talha’dan (ra) rivayetle Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu:
“İktisat edeni Allah zengin eder, israf edeni Allah fakir kılar, tevazu göstereni Allah yüceltir, zulmedeni Allah paralar''
görünüyor ruhunun çirkin köşeleri
öyle güzelsin ki hala elmasın çamurlu hali
parlamadığını fark ettin oldu akıl baliğ
böyle dosta malüm olur alemin tüm halleri
Genel..
Hz. Peygamberin (asm.),
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”
Her insan yaratılış itibariyle lekesiz, tertemiz, iman ve İslâm'a en müsait bir hüviyettedir.
Fıtrat, yani yaratılıştaki mahiyeti itibariyle her insan lekesiz, tertemiz ve iman ve İslâm'a en müsait bir hüviyettedir; lekesiz, bembeyaz, üzerine her şey yazılabilecek bir kağıt veya üzerine hiç ses kaydedilmemiş bir bant, şekil verilmeye müsait bir macun, kalıplara dökülmeyi bekleyen maden cevheri veya eğilmeye müsait bir fidan gibi...
5-15 yaş grubu çocuklara ne anlatırsanız, onlar hemen onu hafızalarına kaydedip, kalp dünyalarına iman ve İslâm adına yerleştirirler.
Sözgelimi, “Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız olmaz; öyleyse, şu koca kâinat da sahipsiz olmaz; onun sahibi Allah'tır. (cc.)” dediğinizde, karşınızdaki alıcı o kadar lekesiz ve bu tür mesajların öylesine frekansındadır ki, hiç parazitsiz söylediklerinizi kaydediverir.
Temiz ve selim fıtrat, küfür ve günahlarla kirletilip, köreltilebilir.
İnsan, küfür ve inkarla, kâinat çapındaki delillere gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış, vicdanını söndürmüş ve fıtratını köreltmiş; kendini bütün ışık kaynaklarından mahrum bırakıp, karanlıklar içine gömmüş ve haddizatında baştan temiz olan fıtratının üzerine Allah'ın (cc.) sevmediği kara lekeler sürmüş olur. Buna karşılık, insan iman ve amelle, aslında temiz olan fıtratını muhafaza eder ve saffetini korur. O halde; İman asli, küfür ise arızi bir husustur. Yaratılışta temiz olan fıtrat, sonradan kirletilir. Fıtratın ilk baştaki hali korunmaz, imdadına koşulmaz ve bu yolda gerekli tedbirler alınmazsa, insanın ya Hıristiyan, ya Yahudi, ya da Mecusi olması veya aklınıza gelebilecek küfür cereyanlarından birisine yem olup gitmesi mümkün ve muhtemeldir.
Temiz fıtrat kirletilip bozulunca, insan ikinci bir fıtrat kazanmış demektir. Yumurtadan çıkan yavru kuş, uçamasa da yine “kuştur”. O, yaratılıştan uçmaya elverişlidir. Palazlanma döneminde koşup sıçradığını, düşe kalka uçmaya çalıştığını görür, “Bu kuş, uçacak.” deriz. Ancak harici bir sebep devreye girer de, kuşun uçma kabiliyetini götürürse, o zaman ne kadar kuş da olsa, uçamaz. İşte küfür de böyledir; uçmaya müsait bir kuşun kanatlarını kırma, güdük bırakma ve kümeslerde bu kabiliyetlerini öldürme, önceki ilk fıtratı köreltip, ikinci bir fıtrat ile uçamayacak hale getirmedir. İradenin sui-istimaline ve dış sebeplere binaen fıtratı köreltilen bir insan, ikinci bir fıtrat kazanmış, temiz ve selim yaratılışını kirletmiş olur. Nasıl kuşun ilk haline bakıp da, kuştur bu, uçar diyorsak, aynı şekilde yeni doğan bir çocuğa da “Müslüman bu” veya “Müslüman olur bu” deriz. Ne var ki, zamanla o yavrunun üzerinde ters yönden sam yelleri eser ve o da iradesini sui-istimalle bunların üzerine tuz biber ekerse, işte o zaman kolu kanadı kırılır ve fıtrat çekirdeği küfür toprağının karanlıklarında gömülü ve örtülü kalıp, çimlenip filiz çıkarmak ve neticede her mevsim meyve veren bir ağaç olmak için gerekli ısı, ışık ve yağmuru alamaz duruma düşer. O artık karanlıklar içinde, kara bir yeni fıtrat kazanmıştır
Evet, her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar; fakat, anne-baba, arkadaş, muhit, toplum ve okul gibi dış tesirlerle, bunları lehinde veya aleyhinde değerlendirecek olan irade, fıtrata müspet veya menfi yönde müdahalede bulunur
Yalnız kalınabilen bir yer var mı bildiğin
Saklanacak yer yok derdi Mahmut Hüdayim
Osmanlı devri İstanbul velîlerinin büyüklerindendir. Asıl adı Mahmûd'dur. "Hüdâyî" ismi ve "Azîz" sıfatı kendisine sonradan verilmiştir. Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri'nin neslinden olup, "seyyid"dir
http://www.msxlabs.org/forum/bilim-tr/146941-aziz-mahmud-hudayi-aziz-mahmud-hudayi-kimdir-aziz-mahmud-hudayi-hakkinda.html
Aziz Mahmut Hüdayi Hakkında Çok daha fazla bilgi için yukarıdaki linke tıklayabilirsiniz..